Galip Kaynar

GALİP KAYNAR -FINE LIVING ve Mermer Tutkusu

Teknik Üniversite’de Mimarlık okudum. Sonrasında İstanbul Üniversitesi’nde İşletme yüksek lisansı yaptım. Öğrencilik yıllarımda çalışmaya başladım ve o dönemde iç mimariyle tanıştım. O projeler beni çok kendine çekti ve sanırım hayat koreografim orada belirlenmiş oldu.
Sonrasında hep iç mimari odaklı projeler ürettim. Bu süreçte 15 yılımı da üniversitede, her hafta bir günümü öğrencilerle geçirerek proje ve meslek bilgisi dersleri vermeye adadım. O kadar yoğun ve severek yaptım ki bu işi, bir baktım işim benim hobim olmuş.

Bir taraftan da hobilerim vardı; yelkenciyim, yelkeni seviyorum, o da işim oldu. Pişirmeyi seviyorum, pişirme de işim oldu. Yani işim hobim, hobilerim işim — hepsi birbirine geçti.
“Fine Living” derseniz, iki kelimeyle açıklayayım: yaşam sanatı. Kendi yaşamımı tasarladım, tanıttım, pazarladım. Aslında kendi hayatımı anlatıyorum; kendi zevkimi, yapmak istediklerimi… Bu bir yaşam döngüsü.

Uzun yıllar çalıştığım Fransız Grange firmasında “Ailenizin mobilyası” mottosuyla hareket ediyorduk. Fransa’dan beslenen ama İskandinav, Amerikan Shaker tarzlarından da ilham alan bir çizgileri vardı. Bu ambiyanslara girdiğinizde sizi saran bir tema, bir aidiyet duygusu oluşuyordu. İşte o duyguyu seviyorum. Bir diğer dostum, Belçikalı bir tasarımcı, bir gün “Galip, ben annemin evini yaptım” dedi. Onların da çocukluklarında yaşadıkları dekoru bir iş modeline dönüştürmüşlerdi.

Biz de buna benzer bir yaklaşım benimsedik; deniz tutkusunu, pişirme tutkusunu, yaşamın zevklerini birleştirip “Fine Living” adını verdiğimiz yaşam tarzını oluşturduk. Galip Kaynar bundan ibaret.

Bir dostunuzun evine gittiğinizi düşünün. Dönerken eşinize “Ne kadar güzel bir evdi” diyorsunuz. Ama neden güzel? Klasik mi, modern mi, barok mu, hip-hop mu? Aslında önemli olan o mekânın size hissettirdiği huzur, coşku, mutluluk. Ben o duyguyu seviyorum. Hangi akım olursa olsun, önemli olan karşıya bir his geçirebilmek.

Biz projelerimizi hep bu duyguyu hissettirecek şekilde kurguladık. Dış mekân tasarımlarında da aynı bakış açısı var. Yatak odasının perdesini açtığınızda gördüğünüz küçük bir turuncu masa, üstünde bir kış çiçeği… İşte bu, dış mekânın da yaşamın bir parçası olduğunun göstergesi.

Bu yüzden bulunduğumuz mekânı da özellikle seçtik. Burada 365 gün dış mekân mobilyaları açık, kullanılabilir durumda. Kar yağarken bile dışarıda yemek pişiriyoruz. Çünkü bu, o yaşam biçiminin doğal bir parçası. Malzemelerin dayanıklılığını, kaymazlığını, estetiğini gösterebileceğimiz bir sahne oldu burası. Bence projemizin en önemli parçası bu dış mekân alanı.

Benim hiçbir zaman “favori koleksiyonum” olmadı ama doğrusu taşı çok seviyorum. Taşı ve ahşabı birlikte kullanmayı da… Mesleğe başladığımdan beri taş ocaklarına, marangoz atölyelerine gitmek benim için büyük bir keyifti. Günlerce orada vakit geçirebilirim.
Büyük ebatlı taşları kullanmayı seviyorum. Antik Yunan’daki gibi masif, bütüncül yüzeyler… “Marble System”deki büyük plaka taş koleksiyonu bana bu esnekliği sağlıyor. Projeye göre mozaik de kullanıyoruz ama benim kişisel zevkim büyük plakalar; doğallığı ve sadeliği hissettiren yüzeyler.

Son yıllarda beni heyecanlandıran bir başka gelişme de teknoloji sayesinde taşın yüzeyine doku kazandırılabilmesi. Artık bir kumaşın, bir ceketin dokusunu taşa verebiliyorsunuz. Keten dokusunda duvarlar, hijyenik ama sıcak hisler yaratabiliyor.
Dış mekânlarda ise terakotalar ve canlı renkler beni çok etkiliyor. “Marble System” sayesinde istediğimiz renk ve ölçüde terakota üretebiliyoruz. Bu da bizim tasarım dünyamızı zenginleştiriyor, hayal gücümüze alan açıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labo.

Online Mağaza